Pirates of Caribbean izledim. Pek bir beğendim, ve fakat fark ettim ki Jack Sparrow artık beni sıkmaya başlamış, sevimli, başarılı bir karakter yaratmışlar, ona lafım yok ama gel dikiz içi boş kalmış. Amaçsız, manasız fazla serseri mayın olmuş. Gelecek filmler Jack Sparrow odaklı olmaya devam ederse benden söylemesi insanlar kabak tadı almaya başlayacak. (kadınlar değil tabi, johnny depp o kostümle ekranda olduğu sürece onlar drool edecektir)
Filmin ilk yarısı benim için biraz bayıktı, alt yapı oluşturma yoluna gitmişler ve kendi içinde güzel sekansları, hoş diyalogları olan bir ilk yarı ama 1.5 saat kadar sürdüğü için bir noktadan sonra genele yayılan ağır tempo sıkıyor insanı. Ufak tefek yerlerde kendini hissettiren özel efekt bütçesi ile 2. yarının umudunu veriyor sadece.
2. yarı ise beklentilerimi karşıladı, içimdeki tüm korsan ruhunu açığa çıkaran bir 2. yarıda can sıkıcı pek az şey vardı. Calypso'nun dev olmasını şahsen biraz lame bulduğumu itiraf etmeliyim. Sanırım ihtişamlı ibr şey yapma isteği ile bütçe kısıtlamaları arasında kalmışlar ve bu yüzden böyle cheesy bir dönüşüm uygulamışlar. Deniz savaşı ise her saniyesi ile görsel şölendi, başarılı bir müzik, cıvıklaşmayan bir mizahi altyapı (fekat gemideki evlenme törenine kahkahalarla güldüğümü itiraf etmeliyim). Pek leziz idi. Yapanın ellerine sağlık.
Film dışı konulara gelecek olursak, bilen biliyo evdeki canavarla uğraşıyorum hala. dolayısı ile güneşi görmeyi özledim hakkatende. Ama öte yandan ara sıra sinirlendirse de karşılıklı bya bi alıştık birbirimize yahu. Onun dışında önemli bir durum yok, günler geçiyo. Günler güzelleşiyo. Geleceğe belki de uzun zamandır olmadığı kadar umutla bakıyorum, her geçen gün kendimi bulduğumu, özüme döndüğümü hissediyorum. Ve fark ediyorum ki, ben beni özlemişim.
Tuesday, May 29
Tuesday, May 15
Karadeniz notları
Özlediniz mi beni?
*sesinin yankısını dinler*
..ben de sizi.
Dün gece karadeniz bölgesinden güzelim Marmara'ya teşrif ettik en sonunda. Son dakika fikir değişikliği ile Antalya'ya gitme planlarını da iptal etmiş bulunuyorum. Kendimi İstanbul'a adadım işte. O kadar.
Efenim Karadeniz "gezimiz" ilginç ve bir o kadar güzel idi. Bir kaç fıkrada rol aldım, ortama şaşırdım, ağbimle zaman geçirdik sonra. Kadrolu kameraman olarak adım adım gezimizi görüntüledim. Jandarmamızın yeni nöbet yeri Rize, Ardeşen. Kurye olarak kariyerine devam edecek. Allah nazardan beladan sakınsın di mi? Amin, evet.
İnternetsiz geçen günlerimde bazı karadeniz notları almıştım, ifak ifak copy/pasteler ile size patates baskı bir blog yazısı sunuyorum. Söz valla en kısa zamanda düzgün bi yazı hazırlıycam.
-------------
D-Day
İlk gün:
Bugün biraz şaşkın, bolca yorgun geçti. Rize Öğretmen Evi’nde, hiçbir ferdi öğretmen olmayan ailemle kalıyoruz. Herkes bize “hocam” diyor, okula ağırlık verip öğretmen olmaya karar verdim....şaka şaka.
Karadeniz ilginç bir yer, ilk bakışta belli oluyor. Yeşil alan, bitki örtüsü yok, sanki dünyanın temeline kadar inen yoğun bir bitki tabaksının üstünde yaşıyor zaten insanlar. Nadiren toprak görüp mutlu falan oluyoruz. Bunun dışında iddia edilen “fıkra gibi” adamlara henüz rastlamadım ama yinede insanların sıcaklığını ve o kafaların içinde işlerin farklı işlediğini anlamakta güçlük çekmedim (hayır efenim, normal bir insan “da”, “haçan” ve “uy” nidalarını günlük hayatında kullanamaz). Deniz ile dağlar arasında 2 geliş 2 gidiş olmak üzere 4 şeritlik bir mesafe olan bu coğrafyada hakkatende her yer çay bahçesi (bu espriyi yapmasam ölürdüm)
İkinci Gün:
Sabah 7de uyandık, rüyamda neler gördüğümü hatırlamasam da huzursuz bir uykudan kalkmıştım. Gittik İl Jandarma Komutanlığına, kameraman arkadaşınız Ebekulak Bey tarafından saniye saniye kayıt edildi tören. İnsanın abisini o pozisyonda görmesi ilginç bir duygu. Geçen süreçte kendi duygusuzluğuma şaşırıyorken abimi görür görmez bir anda gözlerimin dolup boğazıma bir şeyin takılması beni daha da şaşırttı resmen. Ve bütün gün –hatta dün- boyunca Tuğçe’yi izlemekten, şaşırmaktan kendimi alıkoyamıyorum. Bir kızın askerdeki sevgilisini beklemesi –kusura bakmayın kızlar ama bundan sorumlu olan sizsiniz- benim için imkansız bir konsept. Ve sadece kavuşacak olmalarını düşünerek heycandan uyuyamayan, alerji döken gözlerinin içinde, her kelimesinde her hareketinde aşık olduğunu bu kadar gösteren, bu mutluluğu yaşayan birinin yanımda olması çok ilginç bir duyguydu. Hiç kimse beni bu kadar sevdi mi? Ben sevdim mi birini bu kadar? Hiç bu kadar aşık olabilecem mi ileride?
Rize hala ilginç bir yer, insanlar komik. Bugün restoranda bitirmediğim yemek konusunda garson sorguya çekti, hayatımda ilk defa yemeği bitirmediğim için kendimi başta garson Hüseyin abi olmak üzere tüm bekiroğulları lokantası personeline karşı mahçup hissettim. Ayrıca askerlere karşı ayrı bi yakınlıkları var şehir ahalisinin. Ben çok büyük bir fark göremedim ama abimin dediğine göre askerlere çok farklı davranıyorlarmış. Sonra bi de yemin töreninden sonra abimin komutanları, arkadaşlarıyla tanıştık konuştuk. Garip bir şekilde, farklı açılardan hepsi iyi insanlar gibi geldi gözüme. Hayatım boyunca çözemediğim öğretmen muamması gibi bir şey oluyormuş askerlikteki üstler, komutanlarda da. Eğitim-öğretim sürecinde bazen aşırı kıl, gıcık, terbiyesiz vb. Olabilen insanlar o süreç sona erince, o rol bitince gayet de normal, sevecen, babacan kişiler oluyorlar. Korkarım bu kadar seri ve uç noktalarda davranış farklılıklarını algılamakta zorlanıyorum.
Heh. Oh, the irony....
Akşam “kafaları çekmece” varmış şimdi, abimler votka filan aldılar, annemler 2 şişe şarap, biralar da var. Hep beraber içelim. Korkarım Rize’de, abim ve tuğçe’nin yanında kırmızı şarap içip sarhoş olursam melankoliden ölebilirim.
İstanbul’a dönmek istiyorum, istanbul’a bir daha uğramamak istiyorum. Değişimi hissediyorum, aldığım her nefesin, geçen her saniyenin korkunç bir şekilde farkındayım ve dolayısıyla değişimi de fark ediyorum. Sadece arada bir....bazen her şey duruyor. Yaşamayı kesiyorum bir an, kalbim atmıyor, vücudum işlemiyor. Bir anlığına bir ölü gibi hissediyorum kendimi, sonra derin bir nefes, etrafta kim var, kim duyar, kim ne der umursamadan şöyle derinden bir “offf!” çekiyorum. Kaldığım yerden devam ediyor.
Yazmak istediğim şeyler var, yazacak yer bulamıyorum. Konuşmak istediğim şeyler var, dinleyecek adam bulamıyorum. Ve bir şekilde, garip bir şekilde geçip gidiyo işte günler. Derinlerden, çok derinlerden biliyorum ki hayatım güzel ve güzelleşiyor. Ama işte...kainatın en etkili ilacı, malesef etkisini göstermek konusunda hiç de aceleci değil.
Üçüncü Gün:
Dün akşam yoğun bir şekilde içki içtim. Bugün ayder yaylasına doğru yola çıkıp sonra bir noktada feci derecede sıkılıp geri döndük. Ardeşen, Rize’den daha bir şehir gibi sanki. Duyduğumuza göre silah yapımına pek meraklıymış ama insanlar. Rize’deki has lokantamız Bekiroğlu’nun garsonları artık bizi tanıyor galiba.
Dördüncü Gün:
Sabahın 10unda kapı dışarı edildikten sonra(sabah 10da oda mı boşalttırılır ulan insana?!) güün gezinerek geçirdik, abimin acemi eğitimini aldığı karakola gittik baktık, sonra öyle yollarda boş boş dolaştık arabayla. Dün gece yine içtiğim için biraz başım ağrıyo. Bekiroğlu restoranla ilişkileri ilerlettik, artık “Bekir” diyorum kendilerine. Akşam 5’de abimi birliğine teslim ettik, geri dönüşte dünyanın en fantastik şoförü ile Trabzon havaalanına gittik.
Bu gezi ve şoförümüz Sinan Bey’den öğrendiklerim;
- Binaların dış cephesini sıvamaya gerek yokmuş.
- Karadeniz’de haşha ve kenevir filan çok yetiştiriliyormuş, İstanbul piyasası eroine dönmüş, talep fazlaymış.
- Vova diye bi türkü kasedi varmış, “klasik muzik soundu olan bi alpüm” imiş, güzelmiş.
- Türkiye’nin Irak savaşına girmesine sebep olan para yardımını amerikalılar yüzüklerin efendisi filminden elde etmiş zaten.
- 25kr.’luk mendiller beyaz olanlarmış, onlar da yokmuş.
- Rize’de nöbetçi berber ve kuaför diye kavramlar varmış.
- İnsanlar silah ve arabalara düşkünmüş, yeni çıkan her araba modelinin en az bir adedi Rize’de bulunurmuş.
- Akçaabat köftesi hakkaten daha bi güzel oluyomuş burda, muhlama da güzelmiş, bi de üstü fındıklı garip, farklı bi fırın sütlaçları varmış. O da kendi çapında güzelmiş.
- Karadeniz’de güzel kız yokmuş.
- Coğrafya deniz-yol-dağ-ev şeklindeymiş oralarda.
Posted by OnurCengiz at 2:18 AM 1 comments
Thursday, May 10
Ben
1- Sağ elimde, serçe parmağımın başladığı eklemde kırmızı yuvarlak bir leke var. 2006 yılının şubat ayında 24 saatlik bir çanakkale turunda rehberlik yaptıktan sonra gece evde uyurken elim kaloriferin üstünde kalmış, orası çok kötü yanmıştı. Elimin yanmasını hissetmeden uyumam, sonraki günlerde yanık yerin olips büyüklüğünde(ölçtük 1e1 idi) su toplaması ve o yanık izinin hala durması komiğime gidiyor.
2- Sağ avuç içimde bir yara izi var. Pamukkale'de otelin arkasındaki arazide koşarken kapaklanmıştım, birkaç gün önce düştüğüm yerde meydana gelen kazanın cam kırıklarının en derinidir o iz.
3- Alnımın tam ortasındaki yara izi küçükken kapının arkasında oynarken abimin kapıyı açmasıyla kapı kolunun kafama saplanması sonucu oluşmuştur.
4- Dalgıçlığı sadece ve sadece kafa dinlemek ve 100% su altında, suyla bütünleşik olduğum için seviyorum/yapıyorum.
5- Buzdolabından çıkmış, soğuk bir Danone çikolatalı pudingden aldığım ilk kaşık seri bir şekilde ardarda 3 kere hapşurmama neden olur.
6- Penisilin alerjim var.
7- Damara giren iğne görüntüsüne dayanamıyorum, biri bana biri abime olmak üzere iki kere birine serum takılırken o manzara yüzünden bayıldım.
8- İlkokuldayken her sene okulun ilk günü güneş altındaki bitmek bilmeyen törenlerde kusardım.
9- 2 yaşımdan beri kola içiyorum, elimde belegeler var (2 yaşımda içtiğim kolanın 85%inin sulandırılmış olması umrumda değil)
10- dedemi ara ara çok fena özlüyorum.
11- içinde ayak parmaklarımı rahatça oynatamadığım ayakkabı giymem.
12- sağ ayağımdaki her parmağı ayrı ayrı oynatabiliyorum.
13- gözlerim arasındaki mesafe olması gerekenden bir milimden biraz daha fazla ayrık.
14- daha ilk hafta dolmadan "seni seviyorum" demiştim.
15- binboğa votkanın o ince uzun bardaklarını tutamıyorum, huylandırıyo beni.
16- kola ve su dışında içtiğim her şeyin dibinde 1 yudum bırakırım.
17- Kolanın son yudumunu aldıktan sonra ağzıma tek bir lokma yemek atmam.
18- hala çişimi yaptıktan sonra ürperirim.
19- şimdiye kadar kırdığım tüm gözlüklerimden kız arkadaşlarım sorumludur. sadece bir kere kendi yüzüme tokat atar gibi yaparken elimdeki kar eldiveni yüzünden gözlüğümün camını kırdım.
20- şimdilik bu kadar, aklıma geldikçe ekliycem.
Posted by OnurCengiz at 3:04 AM 0 comments
Wednesday, May 9
ilk mi daha derin, derin mi daha ilk?
High Fidelity'i bulamıyorum.
Deli olucam, hiçbir yerde DVD'si yok. The End'e bile sordum onlarda da yok. Çakma divx *.avi değil, DVD'sini istiyorum. Ve elde edebileceğim tek kaynak...........neyse.
---
1.5 haftadır filan kurtlu köpekler gibi dolaşıyorum. Her sabah itinayla "bugün evde oturucam" diyip, ayılmam ve beynimin çalışmaya başlamasıyla kendimi sokağa atmam bir oluyo. Sıkıntılı adam yürürmüş, doğru valla. Yine bir dağ keçisi oldum, elimde olsa köprüden yürüyerek geçicem karşıya. Bugün Kadıköy'de High Fidelity turu attım, her yere soktum burnumu. Bulamadım tabi, hava fena güzeldi, dolaştım baya. Kıyafetlerim iğrençti, bir mağzanın aynasında yansımamı görünce fark ettim, saçım da dağılmış. Ama ben kendimi çok rahat hissediyodum. Umarsızca yürüdüm beynim tüm umarlılığıyla beni rahatsız ederken. Kendime yeni ayakkabı aldım, daha doğrusu bendeki beyazların siyahını aldım. Sevindirik oldum. Gaza gelip gömlek de alıyodum, son anda durdurdum kendimi. Bu kadar depresyon alışverişi yeter.
---
Sonra dün oldu, dün baya güzeldi. Habo'yla Taksim'e çıktık bir salı akşamı. Çok hoş mekanlar keşfettik, daha sık gitme kararı aldık oralara. Bi kaç tanesi özellikle sevgili ile gelmek için idealmiş, bilinçaltımıza not aldık. Sonra 2 bira 2 votkayla sarhoş oldum ben. Son mekandan ayık çıktım, eve sarhoş girdim. İlginç bir deneyimdi.
---
Her geçen gün aynı anda hem daha iyi hem daha kötü. Kendi kendimi şaşırtıyorum. Unutkanım fena halde, geçmiş acıları düşünüyorum, onlardan sonra nasıl hissetmiştim. Hiçbir şey hatırlamıyorum. Unutmuşum direk. Pişmanlıklarım oluyor -ki hiç pişman olan bir insan değilimdir-. Keşke öyle yapmasaydım diyorum, Keşke öyle demeseydim. Sonra düşünüyorum, şimdi çok daha sakinim, çok daha hümanist.
---
Her gün dolaşmak, her gün kafa dağıtmak, her akşam içmek olmuyor tabi. Şimdilik oluyor, ama yakında olmamaya başlayacak. Yokluk kavramına alışmak yok olan şeylerin boşluğunun daha belirgin olmasına neden oluyor. Fırtına sakinleşince su ve kara arasındaki ayrım da yine belirgin oluyor. Antalya'ya gitmek istemiyorum, ama sanırım Antalya'ya gitmek zorundayım. Bir tiyatroyu yeniden oynar gibi hissediyorum, bir başka nisan/mayıs ayı. Bir başka Antalya seyahati. Roller, setler, replikler farklı ama zorla aynı oyunu oynuyor gibiyim. Sıkılıyorum. Hayatımdaki sadece 2 insanı tanıdığımı hissediyorum, sadece 2 kişinin duruşunu, bakışını biliyorum. Konuşmak, görüşmek istediğim başka insanlar var, ama etraflarında bir bilinmezlik bulutu. Hiçbir şey bilmiyorlar mı? Ne biliyorlar? Nasıl biliyorlar? Umursuyorlar mı? Rolleri ne? Tarafsız bir seyirci, ulak, hisseli hakaretler kumpanyasının yeni bir elemanı? Antalya'ya gitmem için 2 geçerli nedenim var;
1- araba kullanmam lazım
2- 18-21 Mayıs tarihleri arasında İstanbul'da olmamam lazım.
.....Ve daha bir sürü şey. Kendimi anlatabildiğimi hissettiğim tek kişi yok ve tek dileğim yerine yeni birini en kısa sürede bulabilmek.
Gencim,
Unuturum.
Posted by OnurCengiz at 11:01 PM 0 comments
Monday, May 7
Haftasonu Notları
1- Bahçeşehir Üniversitesi convention ypmış. Herkesin ellerine sağlık, 60%ıyla tanışıp kaynaşma olanağım olmadı ama güzel manzarada güzel insanlarla güzel vakit geçirmemizi sağladılar.
2- Yusuf Abi'ye üzüldüm, adamcağızın parasını çalmışlar resmen Saklıkent günlerinde.
3- Yusuf Abi ve arkadaşına tebrik ve saygılar. Magic:the Gathering turnuvasında bıkmadan usanmadan herkese yardımcı oldular, her soruya cevap verdiler.
4- Habip ve Barış tembel ruhlu insanlar -.-'
5- Esin Abla'yı seviyorum, süper insan.
6- Baykuş güzel mekan.
7- Baykuş'un kendi imalatı elma-votka gibisi yok.
8- Piç olursan kızları götürüyomuşsun.
9- Hatun hakkaten o gazetenin editörüymüş.
10- iyi öpüşmüyor.
11- köşesinde iddia ettiği gibi genç de değil.
12- sarhoş olmayı özlemişim.
13- uzun zamandır ilk defa bu kadar çok ve karışık içip kusmadan geceyi bitirdim.
14- High Fidelity'nin kitabını aldım en sonunda. Yihuu!
15- duygularım baya bi düzene girdi ama hala çok dengesiz yerler var. sadece onları düşünmemeyi başarıyorum artık.
16- antalya'da ne kadar kalcağım hala karar vermedim.
17- her haftasonu dışarı çıkıp rahat rahat eğlenebileceğim kadar çok param olsun istiyorum.
18- uzattım, bitiriyorum.
19- bitti.
Posted by OnurCengiz at 2:09 AM 0 comments
Friday, May 4
Spider-Man 3 Kritik
Evet filmden çıktık, eve geldik.
Öncelikle söyliyeyim ki bu bir spider-man filmi değildir!
Bir örümcek adam hayranı olarak acı çektim filmin her saniyesinde. Görünen o ki ne yönetmen ne senarist hayatları boyunca açık 5 sayı spider-man okumamış. Hayır bre adam, venom var diyosun, Green Goblin var diyosun, Sand-Man var diyosun. Aç bi oku bu karakterlerin olduğu sayıları. Öğren ulan!
Karakterizasyon yerlerde sürünüyor. Mary Jane bildiğin aşağılık kompleksi olan cadde kızı gibi bişey olmuş. Kendine güven diye bir şey yok. Gidiyo bi harry'e bi peter'a. Ulan Mary Jane Watson dominant bir kadın figürüdür ve asla, "Peter neden yanımda yoksun" gibi tribal enfeksiyonlara sarmaz. "Go get 'em tiger!" ya. Hiç mi okumadın?! Üstüne bi de gidip Harry'le öpüşmeler yakınlaşmalar. Siktir! Çık dışarı! Nereye gidiyosun?! Gel buraya! otur, sıfır!
Gelelim Peter Parker'a. Anlayamadınız di mi şu adamı? "From nerd to hero" girmedi kafanıza. Zaten Gwen Stacy'i de hikayeye sokup sonra nasıl bağlıyacağınızı şaşırdınız. Ulan Gwen, Peter'ın MJ'den önceki aşkı. Keza Gwen ve babası Green Goblin tarafından öldürülür. Spidey'in geçmişindeki pişmanlıklar hanesinin büyük bir paydasıdır. Sen ne yaptın peki? Peter MJ ile evlenmeyi düşünüyoken gidip Gwen'le öpüştürdün sonra aynı günün gecesi MJ'e ilanı aşk falan. Daha bir olay-zaman örgüsünü idrak etmekten acizsiniz be. Çıkın dışarı! Nereye ulan?! Gel buraya, otur! sıfır!
Peki spider-man şakşakçısı şehre ne demeli? Spider-man şehrin sempati ile baktığı ama bir o kadar da "masked menace" olma olasılığı üzerinde tedirgin oldukları biridir. Yemeyin beni ya, yüzünü göstermeyen adam ölüleri diriltse kimse güvenmez. Keza Spidey öyle iki alkışla götü tavana vuracak adam değildir, May Hala onu öyle eğitmedi bi kere. Keza aynı şebeklik içinde JJ.Jameson'ı da aptal komedi unsuru olarak kullandınız ha. JJJ küçük kızdan kazık yedi, JJJ Betty'den sinir uyarısı aldı. bik bik bik! Sizi basiretsiz herifler, çıkın dışarı! Gir lan içeri! otur, sıfır!!
Bitti mi? bitmedi. Nerden tutsam elimde kalıyor.
Sand-man'e gelelim. Hadi olabildiğince iyi kotarmışsınız bunu da, peki açıklar mısın bana birader sand-man nasıl oluyorda uçuyor? ha?! sie!
Siyah kostüme gelirsek. Sizi tembel herifler hiç mi siyah kostüm dizaynı görmediniz? Nerde modifiye edilmiş kocaman beyaz örümcek işareti? nerde ellerin üstündeki beyaz peçeler? Nerde symbiotun vücudun içine girerek yok olma yahut istenilen kıyafete dönüşebilme özelliği? Yaa...yaa...Peki Venom'a ne demeli? Venom masumları öldürmez, Venom spider-man'in yakınlarına saldırmaz. Venom masumları koruma takıntısı olan ve spider-man'i masumlar için tehdit olarak gören bir karakterdir. Hadi onu da geçtim, iki tane demir boruyu birbirine çarptırarak venomu elimine edebiliyosak, koy adamın baş ucuna cıngar bi alarm saati, sonra seyreyle eğlenceyi...
Peki bu Tobby denen veledi maske ile çekme konusundaki özürlülüğünüz nedir? Adamın yüzünü görmeyen kaldı mı koca şehirde? yada kameramanların hiçbiri zoom özelliğinin bilincinde değil mi?
Ya Harry? Haldun Dormen'e benzeyen Alfred'in yandan yemişi bi uşak koyup ondan sonra "babanızın ölümü kendi elinden oldu. hakkaten" lafıyla hakikate döndü demek. Olllllldu. Sonra ver araya "ortak aşkımız için, dostluk için. gay eğilimlerimiz için" temalı diyalogları. Örümcek adam bi de zıplayıp amerikan bayrağı önünde poz versin. Biz de angutuz ya, "ay spaydır men süperdı yaaani" diyelim.
Merak ediyorum, Sam bir gün senaristi arayıp "I'm thinking of a spider-man who is kinda gay and very very lame" diye mi söze girdi? Çünkü bu kadar başarısız, her yönüyle bu kadar yetersiz ve kötü bir film yapmak özel bir çaba gerektirir.
Posted by OnurCengiz at 10:32 PM 0 comments
Wednesday, May 2
Birazda "Fitbol"
Beni esas ilgilendiren müsabaka 2 Mayıs gecesi oynanacak olan Manchester United - Milan maçı olmasına rağmen iflah olmaz bir premier league hayranı olarak, şampiyonlar liginde bu akşam finale yükselen Liverpool'a tebrik ve saygılarımı iletmek isterim. Darısı Manchester United'ın başına diyor ve bir United - Liverpool finali için şimdiden dualarımıza başlıyoruz
Posted by OnurCengiz at 1:45 AM 0 comments