Karadeniz notları
Özlediniz mi beni?
*sesinin yankısını dinler*
..ben de sizi.
Dün gece karadeniz bölgesinden güzelim Marmara'ya teşrif ettik en sonunda. Son dakika fikir değişikliği ile Antalya'ya gitme planlarını da iptal etmiş bulunuyorum. Kendimi İstanbul'a adadım işte. O kadar.
Efenim Karadeniz "gezimiz" ilginç ve bir o kadar güzel idi. Bir kaç fıkrada rol aldım, ortama şaşırdım, ağbimle zaman geçirdik sonra. Kadrolu kameraman olarak adım adım gezimizi görüntüledim. Jandarmamızın yeni nöbet yeri Rize, Ardeşen. Kurye olarak kariyerine devam edecek. Allah nazardan beladan sakınsın di mi? Amin, evet.
İnternetsiz geçen günlerimde bazı karadeniz notları almıştım, ifak ifak copy/pasteler ile size patates baskı bir blog yazısı sunuyorum. Söz valla en kısa zamanda düzgün bi yazı hazırlıycam.
-------------
D-Day
İlk gün:
Bugün biraz şaşkın, bolca yorgun geçti. Rize Öğretmen Evi’nde, hiçbir ferdi öğretmen olmayan ailemle kalıyoruz. Herkes bize “hocam” diyor, okula ağırlık verip öğretmen olmaya karar verdim....şaka şaka.
Karadeniz ilginç bir yer, ilk bakışta belli oluyor. Yeşil alan, bitki örtüsü yok, sanki dünyanın temeline kadar inen yoğun bir bitki tabaksının üstünde yaşıyor zaten insanlar. Nadiren toprak görüp mutlu falan oluyoruz. Bunun dışında iddia edilen “fıkra gibi” adamlara henüz rastlamadım ama yinede insanların sıcaklığını ve o kafaların içinde işlerin farklı işlediğini anlamakta güçlük çekmedim (hayır efenim, normal bir insan “da”, “haçan” ve “uy” nidalarını günlük hayatında kullanamaz). Deniz ile dağlar arasında 2 geliş 2 gidiş olmak üzere 4 şeritlik bir mesafe olan bu coğrafyada hakkatende her yer çay bahçesi (bu espriyi yapmasam ölürdüm)
İkinci Gün:
Sabah 7de uyandık, rüyamda neler gördüğümü hatırlamasam da huzursuz bir uykudan kalkmıştım. Gittik İl Jandarma Komutanlığına, kameraman arkadaşınız Ebekulak Bey tarafından saniye saniye kayıt edildi tören. İnsanın abisini o pozisyonda görmesi ilginç bir duygu. Geçen süreçte kendi duygusuzluğuma şaşırıyorken abimi görür görmez bir anda gözlerimin dolup boğazıma bir şeyin takılması beni daha da şaşırttı resmen. Ve bütün gün –hatta dün- boyunca Tuğçe’yi izlemekten, şaşırmaktan kendimi alıkoyamıyorum. Bir kızın askerdeki sevgilisini beklemesi –kusura bakmayın kızlar ama bundan sorumlu olan sizsiniz- benim için imkansız bir konsept. Ve sadece kavuşacak olmalarını düşünerek heycandan uyuyamayan, alerji döken gözlerinin içinde, her kelimesinde her hareketinde aşık olduğunu bu kadar gösteren, bu mutluluğu yaşayan birinin yanımda olması çok ilginç bir duyguydu. Hiç kimse beni bu kadar sevdi mi? Ben sevdim mi birini bu kadar? Hiç bu kadar aşık olabilecem mi ileride?
Rize hala ilginç bir yer, insanlar komik. Bugün restoranda bitirmediğim yemek konusunda garson sorguya çekti, hayatımda ilk defa yemeği bitirmediğim için kendimi başta garson Hüseyin abi olmak üzere tüm bekiroğulları lokantası personeline karşı mahçup hissettim. Ayrıca askerlere karşı ayrı bi yakınlıkları var şehir ahalisinin. Ben çok büyük bir fark göremedim ama abimin dediğine göre askerlere çok farklı davranıyorlarmış. Sonra bi de yemin töreninden sonra abimin komutanları, arkadaşlarıyla tanıştık konuştuk. Garip bir şekilde, farklı açılardan hepsi iyi insanlar gibi geldi gözüme. Hayatım boyunca çözemediğim öğretmen muamması gibi bir şey oluyormuş askerlikteki üstler, komutanlarda da. Eğitim-öğretim sürecinde bazen aşırı kıl, gıcık, terbiyesiz vb. Olabilen insanlar o süreç sona erince, o rol bitince gayet de normal, sevecen, babacan kişiler oluyorlar. Korkarım bu kadar seri ve uç noktalarda davranış farklılıklarını algılamakta zorlanıyorum.
Heh. Oh, the irony....
Akşam “kafaları çekmece” varmış şimdi, abimler votka filan aldılar, annemler 2 şişe şarap, biralar da var. Hep beraber içelim. Korkarım Rize’de, abim ve tuğçe’nin yanında kırmızı şarap içip sarhoş olursam melankoliden ölebilirim.
İstanbul’a dönmek istiyorum, istanbul’a bir daha uğramamak istiyorum. Değişimi hissediyorum, aldığım her nefesin, geçen her saniyenin korkunç bir şekilde farkındayım ve dolayısıyla değişimi de fark ediyorum. Sadece arada bir....bazen her şey duruyor. Yaşamayı kesiyorum bir an, kalbim atmıyor, vücudum işlemiyor. Bir anlığına bir ölü gibi hissediyorum kendimi, sonra derin bir nefes, etrafta kim var, kim duyar, kim ne der umursamadan şöyle derinden bir “offf!” çekiyorum. Kaldığım yerden devam ediyor.
Yazmak istediğim şeyler var, yazacak yer bulamıyorum. Konuşmak istediğim şeyler var, dinleyecek adam bulamıyorum. Ve bir şekilde, garip bir şekilde geçip gidiyo işte günler. Derinlerden, çok derinlerden biliyorum ki hayatım güzel ve güzelleşiyor. Ama işte...kainatın en etkili ilacı, malesef etkisini göstermek konusunda hiç de aceleci değil.
Üçüncü Gün:
Dün akşam yoğun bir şekilde içki içtim. Bugün ayder yaylasına doğru yola çıkıp sonra bir noktada feci derecede sıkılıp geri döndük. Ardeşen, Rize’den daha bir şehir gibi sanki. Duyduğumuza göre silah yapımına pek meraklıymış ama insanlar. Rize’deki has lokantamız Bekiroğlu’nun garsonları artık bizi tanıyor galiba.
Dördüncü Gün:
Sabahın 10unda kapı dışarı edildikten sonra(sabah 10da oda mı boşalttırılır ulan insana?!) güün gezinerek geçirdik, abimin acemi eğitimini aldığı karakola gittik baktık, sonra öyle yollarda boş boş dolaştık arabayla. Dün gece yine içtiğim için biraz başım ağrıyo. Bekiroğlu restoranla ilişkileri ilerlettik, artık “Bekir” diyorum kendilerine. Akşam 5’de abimi birliğine teslim ettik, geri dönüşte dünyanın en fantastik şoförü ile Trabzon havaalanına gittik.
Bu gezi ve şoförümüz Sinan Bey’den öğrendiklerim;
- Binaların dış cephesini sıvamaya gerek yokmuş.
- Karadeniz’de haşha ve kenevir filan çok yetiştiriliyormuş, İstanbul piyasası eroine dönmüş, talep fazlaymış.
- Vova diye bi türkü kasedi varmış, “klasik muzik soundu olan bi alpüm” imiş, güzelmiş.
- Türkiye’nin Irak savaşına girmesine sebep olan para yardımını amerikalılar yüzüklerin efendisi filminden elde etmiş zaten.
- 25kr.’luk mendiller beyaz olanlarmış, onlar da yokmuş.
- Rize’de nöbetçi berber ve kuaför diye kavramlar varmış.
- İnsanlar silah ve arabalara düşkünmüş, yeni çıkan her araba modelinin en az bir adedi Rize’de bulunurmuş.
- Akçaabat köftesi hakkaten daha bi güzel oluyomuş burda, muhlama da güzelmiş, bi de üstü fındıklı garip, farklı bi fırın sütlaçları varmış. O da kendi çapında güzelmiş.
- Karadeniz’de güzel kız yokmuş.
- Coğrafya deniz-yol-dağ-ev şeklindeymiş oralarda.
1 comment:
"Muhlama" değil mıhlama bir kere onu düzelteyim. Sonra Tuçem ve benim hakkında yazdıklarını okuduğumda bana hissettirdiklerin için çok çok teşekkür ederim. Bak ben 31 yıl aradım, bekledim Tuçemi...Tam herşeyden vazgeçmiş, hayatı kabullenmişken geldi buldu beni. Umarım sen o kadar beklemezsin. Ve umarım benden çok sevip benden çok sevilirsin...Ulan bunu diledim de, aslında baya bi ızdırap dilemiş oldum :D
İstanbul piyasası eroine değil kokaine dönmüş. Hatta bi dünya tanıdık oldu çok lazımmış gibi, ne kadar marazlı adam varsa buraya atmışlar. Bizim Erkan'ın kız arkadaşı Ayşegül Rize'li ya, O bir laf ettiydi, şimdi anladım anlamını; "Rize'de terör olmaz Rize insanının kendisi terör" diye :)
Ayrıca bir ara "laz böreği" konusunu da aç burada, hoş yemedin ama bir sonraki gelişte götürürsün, sağlam bir tatlı oluyor kendisi. Askerken yenmemesi gereken şeylerden birisi yani :)
Post a Comment