Monday, March 31

Juno



16 yaşında bir kız çocuğu olsaydım hayatımın filmleri sıralamasında Love Actually ile yarışırdı zannımca bu film. (23 yaşında bir adam olarak aynı başlıklı listeye Love Actually'nin yine girebiliyor olması ise bambaşka bir konu, bilahere irdeleriz)

Abime telefonda dediğim gibi gayet "bağımsız" bir sinema olmuş, holivud'un köpeği olduğumdan mıdır yoksa başka bir sebepten mi bilemiyorum bu bağımsız filmler bana bir garip geliyor. Belki gitmesek de görmesek de hepimizin rüyalarını süsleyen Amerika'nın "hakiki" toplum, aile, gençlik yaşamı bu şekilde ve fakat yıllardır bize dayatılan o hollywood kalıplarını kırmakta idrak kanallarımız halen güçlük çektiği için.

Şahsi fikrimce Ellen Page ve J.K. Simmons'un çift lokomotif etkisi ile sürüklenen bir film. Alabildiğine çamur, alabildiğine ergen kızımız Juno'nun yine de ilginç bir çekiciliği var. (Ellen Page'in X3'deki Kitty rolünün etkisi var mı peki bu izlenime kapılmamızda? Tabiikiiiiii). Baba McGuff ise ilk sahnelerde çizmiş olduğu imajın aksine kızına sevgisi ve anlayışı ile izleyicinin kalbine sarılmış ılık havlu etkisi yaratıyor. Dikkat çekmek istediğim bir başka nokta ise "kötü kadın" sterotipinin en belirgin temalarından biri olan üvey anne Bren(Allison Janney) karakterinin hamileliği öğrediği andan itibaren Juno etrafında oluşturduğu koruma çemberi, özellikle ultrasondaki ukala teknisyeni ayar manyağı yaptığı sahnede Juno'yu ve bebeğini öz yavrusu gibi koruması çok ama çok hoşuma gitti. Gel dikiz alışılmış kalıpları zorlamasına rağmen bu kadar sıcak ve kolaylıkla kendini kabullendiren McGuff ailesi karşısında çok daha klişe olan Loring ailesinin başarısızlığı göze çarpıyor. Jennifer Garner her zamanki gibi olmuyor olamıyor ve fakat bu filmde alabildiğine Julia Roberts'a benziyor. Mark Loring rolündeki Jason Bateman ise büyümemiş ve pek de büyümek istemeyen genç ruhu beyaz badanalı bir malikaneye hapsedilmiş kafası karışık baba adayı rolünde biraz daha tatminkar bir rol çiziyor.

--Spoiler--
Dile getirilmesede Juno ile Mark arasında gelişen hayranlık/hoşlanma ilişkisini de beğendim, filmin tüm çarpıklığı ve yanlışlığı ile gerçek hayatı cesurca ama ajite etmeden hissettirebilmesini beğendim.
--/Spoiler--

Film bittiğinde ise hafızalara en derinden nüfuz eden şey müziklerin güzelliği. "You're a part time lover, full time friend" diye başlayan sözleri ile önce The Melody Peaches ve filmin sonunda Ellen Page & Michael Cera ikilisinden dinlediğimiz Anyone Else But You isimli şarkı o ergen aşklarını en güzel şekilde özetliyor.

Kıssadan hisse, yazımın başında dediğim gibi, günümüz gençliğinin "sikilmiş hayatlara özenti" temalı Requiem for a Dream ve beşbenzemezi çöplüklerden daha fazla benimseyip sevmesini dilediğim bir filmdir, sayın dünyaya serzenişim olsun bu da.

No comments: